Medya-siyaset ilişkisi her zaman önemli tartışma alanlarından biri olagelmiştir. Siyasetin kamuoyu desteğine olan ihtiyacı, medyanın ise sahip olduğu toplumu etkileme gücü, yönetenler nazarında medyayı önemli ve vazgeçilmez bir güç haline getirmiştir.
Medya sadece demokratik ülkelerde değil, demokrasi dışı yönetimlerde de halkın desteğini kazanmak veya halka istenilen tarzda yönlendirmek amacıyla kullanılan bir araç olarak önemi inkar edilemez bir güçtür. İkinci dünya savaşı öncesindeki Hitler’ci propaganda medya aracılığıyla yürütülen faaliyetlerin nasıl da kitleleri peşinden sürükleme gücüne sahip olduğunu gösteriyordu. Demokratik olmayan rejimlerde medyanın etkileme gücüne bir diğer örneği ise Mussolini’nin çağdaş insanın hayret verecek kadar inanmaya hazır bir yaratık olduğunu söylerkenki farkındalığından da anlayabiliriz.
Medyanın demokratik rejimlerdeki önemi ise çok daha fazladır. Hatta düşüncelerin açıklanmasına sağladığı, kamuoyunun iktidara karşı olan tepkisini dile getirebildiği ve etkileyip bir baskı grubu olarak milletin iradesini tecelli etmesine ortam sağladığı için bir rejimin demokratik olabilmesindeki en temel sacayağıdır. Yani basının görevi sadece düşüncelerin açıklanmasıyla sınırlı değildir, zamanında gereken ayrıntıları ile ve doğru olarak, halka ulaştırılmasında kamu yararı bulunan haberleri toplayarak topluma iletmek, böylece toplumun düşünce ve kanaatler edinmesine ve kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağlamak, kamu gücünü elinde bulunduranlar üzerinde toplumun denetim aracı olmak basının başlıca görevlerindendir.
Demokrasi ve basın özgürlünün gelişimi hep birbiriyle paralel ilerlemiştir. En temel insan haklarından biri sayılan, haber ve bilgiye ulaşma hakkının da bir gereği olarak basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Diğer yandan halkın bir vatandaş olarak haklarını kullanabilmesi için gerekli enformasyonu sağlar. Bireyin aktif siyasete katılımı da yine medya aracılığıyla gerçekleştirilir. Yurttaşlar medya aracılığıyla olayların yorumlanmasına ve tartışmalara katılabilirler, toplumun gelişimini ve siyasal tercihlerini etkileyen tutumlar edinebilirler ve eylemlerde bulunabilirler.
Şimdiye kadar bahsettiklerimiz sadece olması gerekenlerdi. Realiteye göz attığımızda ise pratikteki durumun bu şekilde olmadığı rahatlıkla görülecektir. Kapitalistleşmeyle birlikte büyük şirketler, holdingler ve ulus ötesi sermaye kuruluşlarının oluşturduğu güçler klasik basın özgürlüğü kavramının içini boşalttı. Her türlü medya aracı; sermaye ve bu sermayeye hakim olanların çıkarları istikametinde yönlendirilerek, önceki monarşik ya da totaliter rejimler kadar büyük bir tehlike haline dönüştü. Medya gitgide fikir özgürlüğü konusu olmaktan çıkarak, toplumun ve bireylerin bu gücün olumsuz etkilerinden korunulması gereken bir araç haline gelmeye başladı. Sermaye çevrelerinin yani kapitalist sınıfın bir kolu olarak çalışan günümüz medyası reklamlar aracılığıyla da kapitalizme en çok kazandıran tükettirme sektörü halini aldı. Artık programlar izleyiciler için değil, izleyicileri reklamcılara pazarlamak için yapılmaya başlandı.
Burjuva sınıfının medyayı kendi çıkarları için ne şekilde kullandığını gördük. Şimdi de demokratik sistemlerde medyanın rolüne göz atalım. Siyasal sistemler içerisinde, meşrulaştırılmasında iletişime en çok ihtiyaç duyan demokrasidir. Bunun için modern hukuk devletinde en önemli ve etkin denetim organının özgür ve bağımsız medya olduğu kabul edilir. Tabi yine realiteye baktığımızda iktidara sahip olanların medyayı, sistemin yolsuzluklarını ve demokrasiyle bağdaşmayacak otoriter tutumlarını halktan gizlemek, sisteme meşruiyet kazandırmak için kullandıkları görülür. Siyaset bilimi düşünürlerinden Louis Althusser’in ‘‘devletin ideolojik aygıtları’’ tanımlaması tam da bu noktada medyanın nasıl kullanıldığını, iktidarın oyuncağı haline neden getirildiğini en iyi şekilde anlatmaktadır. Althusser’e göre modern devlet, kitleleri itaat altına almak ve sisteme bağlılıklarını sağlamak için eskiden olduğu gibi şiddet araçları kullanmak yerine; eğitim, din, aile, sendikalar ve medya gibi aygıtlarla ideolojilerini bireye şiddetsiz ve doğal yollardan kabul ettirir.
Ülkemizde Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve sonrasında dalga dalga tüm yurda yayılan direniş esnasında Türkiye ana akım medyasının tutumu, devletin ideolojik aygıtları arasında en önemlilerinden birinin medya olduğunu açıkça göstermiştir. Polis şiddetinin en yoğun yaşandığı günlerde, kendilerini temelde halka haber veren bir kimlikle tanımlayan televizyon kanalları bile alakasız yayınlar yaparak öncelikli olarak kitlelerin gerçekleri görmesine engel olmuşlardır. Ancak durum sadece gerçeklerin gizlenmesiyle sınırlı kalmamıştır. Gerçeklerin gizlenmesinin yanı sıra manipüle edilmesi de devlet ideolojisinin yayılmasında önemli bir etkendir. Nitekim Gezi Parkı olaylarında da medya kuruluşları bu şekilde çalışmış ve olaylara uzak, gerçek niteliğinden habersiz kitlelere; yapılan devlet müdahaleleri meşru ve yerinde olarak gösterilmiştir.
Medyanın bu kadar güvensizleşip, yozlaştığı bir ortamda ise sosyal medya devreye girmiş ve bireylerin olayları her yönden görüp inceleyebildiği, farklı yorumlara ulaşabildiği, kitlesel yayınların dayattığı gündemi değil de kendi gündemini takip edebildiği bir mecra halini almıştır. Peki sosyal medya neden bu kadar popüler oldu? Bu soruyu globalleşen dünyada yalnızlaşan ve kendine olan özsaygısını yitiren insana, sosyal medyanın kendisine bir birey olduğu hissettirmesi olarak cevap verirsek yanılmış olmayız. Sosyal medya bunu nasıl yapıyor soracak olursak da, hiçleşen ve atomizeleşen insanlara, ülke siyasetine aktif müdahale ve yurttaşlık bilincine ulaşabilme şansı verdiği için şeklinde cevaplayabiliriz. Sosyal medya ile birey artık fikirlerini özgürce dile getirebiliyor ve kamuoyu oluşturarak tepkisini dile getirip, beklentilerine dönüt alabiliyor. Yine sosyal mecralar sayesinde inisiyatif yayıncılık organına değil bireyin kendisine geçiyor. Birey hem takipçi oluyor hem de yayıncı olarak kamuoyunu etkileyebiliyor.Kısacası birey artık gündemin sahibi oluyor.
0 yorum:
Yorum Gönder