Günümüzde hala Türkiye'nin demokratikleşmesi yada demokratikleşememe sorunu vardır.Yakın tarihli ara rejimlerde, devleti birey aleyhine aşırı güçlendiren,demokratik rejimlerinin dokunulmaz ilan ettiği insan haklarını dar çerçeveye hapseden ,hukuk devletini ve yargı bağımsızlığını kısıtlayan bazı dayatmalarda bulunulmuştur.Demokratikleşmenin önünü tıkayan esas engel ise, geçmişten gelenlerden çok ,bunları aşma yolundaki oluşan siyasal irade eksikliği veya iktidarın ''konformist'' anlayışından kaynaklanmaktadır.Türkiye gibi coğu ülkelerde demokratikleşmenin yada demokratikleşememnin siyasal,hukuksal,toplumsal ve kültürel nedenler gibi çeşitli nedenleri vardır.Peki ''demokrasi'' kavramına nasıl yaklaşılmalı? Bu kavrama kurumlar ve ilkeler üzerinden yaklaşarak analiz etmeliyiz.
Demokrasi kavramına kurumlar açısından ele aldığımızda ,devletin tüm yapı ve mekanizmalarından bakmamız gerekir.Çağdaş liberal demokrasilerinde kamu otoritesi üç farklı erk -yasama,yürütme,yargı - olarak örgütlenir.Bu üç erkin birbirinden bağımsız olarak birbirlerini denetmeleri toplumda yaşayan her bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alır.Bu erklerin biraraya gelmesi veya birinde güç yoğunlaşmasıyla kırılgan olan demokrasi rejiminin baskı rejimine dönüşmesi kaçınılmazdır.Ülkemizi ele alacak olursak , son zamanlarda yürütme erkinin diğer erklere baskın olduğu ve yürütme erkinin başını çektiği bir güç yoğunlaşması görülmektedir.Mesela Adalet Bakanı'nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 'na başkanlık yapması ,yargı bağımsızlığını zedelemektedir.Bu gibi durumlarda oluşan güç yoğunlaşması iktidara keyfi yönetim fırsatı verir.Montesquieu bu erkler hakkında söylemi ''Güç, gücü durduracak! '' ülkemizde geçerliliğini yitirmektedir.Kurumlar üzerinden giderken ''temsili demokrasilerin '' önemli bir parçası olan siyasi partilerede bir değinelim.Partilerin çoğu kendini demokratik olarak görür veya kendini meşrulaştırmak için demokratik olarak gösterir.Fakat bu kendini demokratik gösteren partilerin içinde bile anti-demokratik yapılanmalar gözükmektedir.Bu konuda günümüz partilerin üst kademe yüneticilerine bakmak yeterlidir.Bu partilerde yıllardan beri aynı yöneticiler vardır.Fakat demoratik parti içi ilkesi, parti yöneticiliği için rekabeti öngörür.Bu konuyla ilgili olarak Roberto Michels, bütün demokratik örgütlerin zamanla oligarşiye dönüşüceğini ve bunu kaçınılmaz olduğunu söylemiştir.(Oligarşinin Tunç Yasası).
Demokrasi kavramina eğer ilkeler düzeyinde bakıcak olursak,yurttaşların yönetime eşit olarak -farklı fikirlerin- katıldığı ,''çoğulculuk'' ve yurttaşların hukuken ve siyaseten eşitliğini öngören ''anayasa'' kavramlarına bakmamız gerekir.Çoğulculuk üzerinden bakmak gerekirse, bir toplum siyasal düzeyde çoğulcu olduğu halde toplumda muhalefetin ve sivil toplum örgütleri iktidara ses çıkartamıyorsa otoritede çoğulculuk -Siyasal Çoğulculuk- veya toplumsal olarak ele aldığımzda azınlılarım temel hak ve özgürlükleri korunamıyorsa demokrasiden bahsetmek gülünç olur .Son zamanlarda görülen Gezi Parkı olaylarında televizyonlarda penguen belgesellerinin verilmesi,ülkemizde iktidarın siyasal toplumsallaşmanın önemli bir parçası ve devletin ideolojik aygıtlarından biri olan basın-yayın(kitle iletişim araçları) üzerinde etkili olup ,onu kısıtlayarak sivil toplum örgütlerinin ve muhalefetlerin bu organlara erişimini engellenmesi ve bunların seslerini çıkarmalarını önlemiştir.Son olarak da ''anayasa'' üzerinden gidecek olursak , anayasa normalde iktidarın keyfi yönetimini sınırlayan ve bireyin hak ve özgürlüklerini devlete karşı güvence altına alan toplum sözleşmesidir ve yurttaşlar arası kontrat niteliğindedir.Ülkemizdeki anayasaya bakıcak olursak , ülkemizde anayasayı bile kendimiz oluşturamıyoruz.Demokrasi ve anayasa gibi kavramlar bize tepeden inmiştir.Anayasanın yurttaşlar arası kontrat olmaktan çok tepeden inme bir anayasa olduğu için demokratik olarak noksan olduğu noktalar vardır,demokratik olarak nitelendirilemez...
0 yorum:
Yorum Gönder