Dünyayı yöneten birileri varsa medyayı, iletişim araçlarını kullanması yüzde yüz mecburidir. Medya siyaset ilişkisi her zaman önemli tartışma alanlarından biri olagelmiştir. Siyasetin kamuoyu desteğine olan ihtiyacı, medyanın ise sahip olduğu toplumu etkileme gücü yönetenler nazarında medyayı önemli ve vazgeçilmez bir güç haline getirmiştir. Medya sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de kamuoyunun desteğini kazanmak veya kamuoyunu istenilen tarzda yönlendirmek amacıyla kullanılan bir araç olmuştur.
1970’lerde alt yapısı hazırlanan, 1980’li yıllarda etkin olmaya başlayan neo-liberalizm devletlerin ve siyasi yöneticilerin dışında toplumların hayatını şekillendiren başka güçlerin varlığını daha bariz şekilde ortaya çıkmasını sağladı, bu güçlerin elindeki en önemli araç olan medya ise tartışmaların odak noktasını oluşturmaktadır.
McLuhan’a göre ‘’enformasyon artık alınıp satılan, ekonomik ticaret eşyası üretmekte kullanılan bir araç değildir; çünkü enformasyonun kendisi alınıp satılan bir meta haline gelmiştir’’. İletişim alanı tümüyle bir endüstriye dönüşmüştür. Ekonomik güç üretim araçlarını ellerinde bulunduranlardan, enformasyon üreten kitle iletişim araçlarını kontrol edenlerin ellerine geçmiştir.
Basımevleri, yayın evleri, radyo, televizyon kuruluşları, basın, reklam, halkla ilişkiler ajansları, bilgi işlem merkezleri, veri bankaları vb. ile bu alanda kullanılan donanım maddeleri üreten ve/veya pazarlayan kuruluşlar değişik ölçeklerde ama mutlaka hemen her ülkede bulunmaktadır. Kuruluşların birçoğu artık ulusal ekonomik sınırlarını aşarak uluslararası ekonomik hayatın önemli unsuru olan çok uluslu dev şirketlerin kapsamına girmişlerdir.
Uzun zamandır basın özgürlüğünü önüne her zaman engel olarak görülen devlet ve hükümetlerin yerine, farklı ulusal ve ulus ötesi bağlantılarıyla birlikte bambaşka güçlerin geçmekte olduğu gözlemlenen önemli bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Büyük şirketler, holdingler ve ulus ötesi sermaye kuruluşları oluşturduğu güçler klasik basın özgürlüğü kavramının içini boşalttı. Her türlü medya aracı sermaye ve bun sermayeye hakim olanların çıkarları istikametinde yönlendirilerek önceki monarşik ve totaliter yönetimler kadar belki onlardan da büyük tehlike haline dönüştü.
Kapitalist müteşebbislerin denetiminde kurulan eğlence endüstrisinin basın özgürlüğünü tahrip ettiğine dair iddialar ise 20.yüzyılın başında artmaya başladı. Bu eleştiriler sade kapitalizmi tehdit eden sol aydınlar tarafından öne sürülmedi, farklı mülahazalarla muhafazakar çevreler tarafından da seslendirildi. Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemi şahitlik eden MaxWeber’de sermayenin temerküzüyle basının politik işlevlerini kaybettiğini, gazeteciliğin siyasi hayat içindeki etkisinin azaldığını, sansasyonel haberlerin gazetecilik onurunu zedelediğini ifade etmiştir.
Son dönemde medya yatırımları ekonomik sistemler içinde çok önemli yerler tutmaya başlamıştır. Mesela 1990’larda Robert Murdoch’a uluslararası medya şirketi News Corporotion’un ekonomik bir krize girmesini tüm batı ekonomik sistemlerine yan etkileri olabileceğinden söz etmektedir. Çünkü News Avustralya medyasının %70’ine, İngiltere’de %30-%40 arası bir paya, Amerika’nın önemli bir televizyon kuruluşuna hakim dünyanın en önemli medya şirketlerinden birisiydi. Onun zarar görmesinin dünya ekonomisine tesir edebilecek bir öneme sahip olduğu iddia edilmekteydi.
Medyanın bu ticari boyutu, iletişim aracının kültürel ve sosyopolitik işlevi konusunda problemler olmaksızın gerçekleşmemiştir. Bu sektörde grupların ya da menfaat düşkünlerinin ortaya çıkışı derin eleştirilere yol açmıştır. Bununla birlikte, iletişim aracı enformasyon ve güç arasındaki ilişki gazete yatırımcıları ve yöneticilerini bekleyebildikleri mali kardan ziyade genellikle nüfuzla güdülemeye itmiştir. Dünyanın çok sayılı bölgesi özellikle de Avrupa’dakileri saymazsak gazeteler çoğu kez iş adamlarının ve büyük sermayenin yatırım alanı olmuştur. 1990’lardan sonra ise aynı olgu Avrupa’da yaşanmaya başlamıştır. Köklü bir kamu anlayışına sahip olan Batı Avrupa ülkelerinde de yayıncılığın ticarileşmesiyle devletçi yayın politikaları terk edilerek, devletin yayın alanına müdahalesini engelleyen liberal yasal düzenlemeler getirilmiştir. Kamusal yayın kuruluşlarının hakimiyetindeki Batı Avrupa ülkelerinde yayın alanının ticari kuruluşlara da açılması ‘’commercialization’’ olarak adlandırılmaktadır.
Bütün bunlarla anlatılmak istenen medyanın küresel sermayenin memurluğunu yapmak zorunda olduğudur. Her ihtiyaç doğduğunda güçlü bir şekilde aykırı ses çıkarabilecek bir medyanın olması şimdilik mümkün görülmemektedir. Peki neden bu böyledir? Çünkü dünyanın sömürülen insanları, Marx’ın deyimiyle zincirlerinden başka bir şey kalmamış insanlar birleşemedikleri için.
Küresel sermaye sahiplerinin uluslararası siyaseti ve kamuoyunu etkilemek ve doğru bilgi almasını engelleyerek kendileri aleyhinde tutum takınılmasını önlemek için neler yaptıklarına bir örnek verelim. Ayrıca verilecek örnek ellerinin ne kadar uzun olduğunu göstermek açısından da faydalı olacaktır. MerdehayVanunu, İsrail’in Dimona üssünde atom bombalarının imal edildiği tesisten o 57 fotoğrafla Londra’ya geldiğinde Sunday Times muhabiri bu mevzuyu haber yapmaya çalışırken İsrail istihbaratı konuyu öğrenir ve hemen embedded(iliştirilmiş) gazetelerden birisini devreye sokar. Tahmin edilebileceği gibi bu gazete, küresel sermayenin medya patronluğuna atadığı kişiye aittir(Daily Mirror). Gazete hemen ‘’bir sahtekar ortaya çıkmış’’ diye yayın yaparak haberi Sunday Times’in elinde patlatır ve yayına önceden büyük ölçüde etkisiz hale getirmeye çalışır. Bu patron Robert Murdoch’tur.
Bir diğer örnek ise, Filistin topraklarında, bir İsrail tankı altında can veren Amerikalı bir kadın hakkında yapılan bir piyesin sahnelenmekten vazgeçilmesidir. Filistin’de Filistinlilere yapılan zulümleri protesto etmek için orda bulunan bir barış gönüllüsüydü ve bir İsrail tankı onu ezdi. Sonra bu olayla ilgili New York’ta, Broadway’de oynatılmak üzere bir piyes yapıldı. Amerika’daki Yahudi çevreleri ve İsrail ayağa kalktı: ’’Bunu oynatamazsınız!’’ diye tepki gösterdi. Tiyatronun genel direktörü de bir açıklama yaptı: ‘’Bazı duyarlılıkların üzerine olumsuz etkisi olacak’’ gibilerle yusyuvarlak bir lafla, kısacası güya diplomatik denecek bir gerekçeyle piyesi sahnelemekten vazgeçildiğini ilan etti. Sanatçılar ise ‘’bu korkunun tezahürüdür.’’ diyorlar. Bu sansür doğrudan doğruya Amerika’daki Yahudi lobisinin baskısıyla uygulandı. Amerika’da nüfusun %6’sını oluşturan bir kitle, belki de bütün insanlığın izlemeyi isteyebileceği bir oyunu sahneden kaldırtabiliyor.
Sonuç olarak medya sektörünün varoluş tarzı itibariyle parayı verenin düdüğü çalması kaçınılmazdır. Küresel medyada hükmedenler, tıpkı İsrail gibi, ne kadar kana susamışta olsalar kendilerini dünyaya başka şekillerde tanıtabilirler. Medyayı kullanma gücü olanlar uluslararası düzeyde propaganda yapma ve dünyayı etkileme gücüne sahip olarak uluslararası siyasete yön verirler. Uluslararası ilişkilerde ak ve karayı onlar belirler, istediklerini yüceltir istemedikleri hakkında karalama yaparak ulusları veya başka küresel aktörleri ötekileştirirler.